Hollywood sadece bir sinema endüstrisi mi, yoksa geleceği senaryolaştırıp insanlığa adım adım hazırlayan bir küresel mühendislik aracı mı? Bu soru, sinemayı sadece eğlence aracı olarak görenler için fazlasıyla uçuk gelebilir. Ancak tarihe dönüp baktığımızda, beyaz perdede kurgulanan senaryoların yıllar sonra gerçek hayatta birebir yaşandığını görmek, ister istemez şüphe uyandırıyor.
Mel Gibson’un Filmi ve Türkiye Depremi
1997 yapımı “Conspiracy Theory” (Komplo Teorisi) filminde Mel Gibson’un canlandırdığı karakter, dünyada olacak olaylardan söz ederken Türkiye’de bir depremden bahseder. Bu sahne sıradan bir diyalog gibi görünür. Ancak ilginç olan şu: Film gösterime girdikten sadece 4 ay sonra, 17 Ağustos 1999’da, Türkiye tarihinin en büyük felaketlerinden biri olan 7.3 büyüklüğündeki Kocaeli-Adapazarı depremi yaşanır.
Tesadüf mü? Yoksa Hollywood’un perde arkasında, geleceğe dair planların küçük ipuçlarını mı görüyoruz? Bu, tekil bir olay olsaydı “rastlantı” denebilirdi. Ama öyle değil.
90’ların Filmleri: “Kahraman Amerikan Askeri” ve 11 Eylül
Soğuk Savaş sonrası dönemde Hollywood filmlerine bakarsak, sürekli bir “dünya kurtarıcı Amerikan askeri” imajıyla karşılaşırız. “Rambo”, “Independence Day”, “Black Hawk Down” gibi yapımlarda hep aynı mesaj verilir: “Dünya tehlikede ama kahraman Amerikan askeri ya da başkanı sayesinde kurtuluyor.”
Sonra 2000’lerin başına geliyoruz. Bir anda gündemi “İslami terör” ele geçirmeye başlıyor. Hollywood filmlerinde bomba yüklü kamyonlar, Ortadoğu’daki cihatçılar ve sakallı karizmatik terör liderleri sıkça gösterilmeye başlanıyor. Ve ne oluyor? 11 Eylül 2001 saldırıları. Ardından, tıpkı senaryolarda işlendiği gibi, ABD’nin “barış getirme” bahanesiyle Afganistan işgali.
Hollywood bu olayları önceden mi biliyordu, yoksa toplumu hazırlamak için mi işliyordu?
“Üsame Bin Ladin” Hollywood’dan mı Çıktı?
Dikkat edin: 80’lerin sonunda Sovyetler Afganistan’dayken “mücahitler” kahraman gibi gösterildi. 2000’lere geldiğimizde aynı figürler, Hollywood sayesinde “terörist”e dönüştü. Bu da bize gösteriyor ki, sinema sadece hayal ürünü değil, kitleleri gelecekteki düşman algısına hazırlayan bir psikolojik mühendislik aracı.
2000’ler: Virüsler, Pandemiler ve Hollywood
2000’lerin ortasında bir furyaya tanık olduk: Virüsler, salgınlar ve biyolojik felaketler. “Outbreak”, “I Am Legend”, “Contagion” gibi filmler yıllarca işlediği senaryo şuydu: Dünyayı sarsacak bir salgın, paniğe kapılmış halklar ve küresel çözümler üreten ilaç şirketleri…
Ve 2020’de dünya, COVID-19 pandemisi ile bu senaryoların neredeyse birebir yaşandığını gördü. Salgın, sokağa çıkma yasakları, aşı savaşları… Bütün bunlar sinemada yıllar öncesinden karşımıza çıkmıştı.
Burada soru şu: Hollywood geleceği mi öngörüyor, yoksa bu geleceği inşa edenlerin “ön bilgilendirme aracı” mı?
2010’lar: Apolitik Gençlik ve Z Kuşağı
Son 10 yılda çekilen gençlik filmlerine baktığımızda ortak bir tema görüyoruz: Apolitiklik, bireysellik ve amaçsızlık. Genç kahramanlar dünyayı değiştirmek yerine kendi küçük dünyalarında, sosyal medyada, oyunlarda ve romantik ilişkilerde kayboluyor.
Bunun sonucu ne? Bugün “Z kuşağı” olarak tanımlanan bir nesil. Politikadan uzak, toplumsal sorunlara kayıtsız, tüketim ve sosyal medya bağımlısı… Yani Hollywood’un yıllarca pompaladığı profil, gerçek dünyada karşımıza çıkıyor.
Hollywood’un Diğer “Kehanetleri”
Bunlarla da bitmiyor. İşte birkaç çarpıcı örnek:
- “The Simpsons” dizisi defalarca geleceği bildi: Donald Trump’ın başkan seçilmesi, pandemi, hatta dev şirket skandalları…
- “The Matrix” serisi, yapay zekâ ve sanal dünya üzerineydi. Şimdi metaverse, yapay zekâ ve sanal gerçeklik hayatımızın bir parçası.
- “Minority Report” filminde insanların suç işlemeden önce yakalanması anlatılıyordu. Bugün yapay zekâ destekli “suç tahmini sistemleri” polis teşkilatlarında test ediliyor.
- “Deep Impact” ve “Armageddon” filmleri, dünyaya çarpacak göktaşlarını konu aldı. Sonra NASA “DART” projesiyle, gerçekten göktaşını yörüngesinden saptırma denemesi yaptı.
Tesadüf mü?
Hollywood’un Gizli Görevi: Toplumu Hazırlamak
Bir komplo teorisine göre Hollywood’un asıl görevi, önce senaryoyu toplumun zihnine yerleştirmek, sonra da gerçeğe dönüştüğünde halkın şaşırmamasını sağlamak.
Bu yöntem “Predictive Programming” (Öngörücü Programlama) olarak biliniyor. Yani insanlar bir olayı defalarca film ve dizilerde izleyince, o olay gerçekten yaşandığında daha kolay kabulleniyorlar.
Düşünün: Eğer 11 Eylül’den önce yıllarca “uçakla gökdelenlere saldıran teröristler” temalı filmler izlememiş olsaydık, saldırı olduğunda insanlar bu kadar kolay inanır mıydı?
Peki Bundan Sonra Ne Olacak?
Eğer bu teori doğruysa, geleceği öğrenmek için sinemalara bakmamız yeterli olabilir. Son yıllarda işlenen temalar dikkat çekici:
Yapay zekâ isyanı (Terminator, Ex Machina, Her) → Bugün ChatGPT ve yapay zekâ robotları hayatımızın içinde. Acaba birkaç yıl sonra gerçekten “AI diktatörlüğü” mü göreceğiz?
Küresel ısınma ve felaketler (The Day After Tomorrow, 2012) → Her yıl daha sert iklim krizleri ve seller yaşıyoruz.
Uzaylılarla temas (Arrival, Interstellar, Contact) → NASA ve Pentagon, son yıllarda “UFO” görüntülerini resmen yayınlamaya başladı. Acaba “uzaylılar” konusuna hazırlık mı yapılıyor?
Hollywood Bir Sinema Değil, Bir Senaryo Fabrikası
Bütün bu örnekler bize gösteriyor ki Hollywood sadece film üretmiyor. Aynı zamanda insanlığın zihinlerini gelecekteki olaylara hazırlıyor. Kim bilir, belki de perde arkasında küresel güçler, politikacıları, istihbarat örgütlerini ve medya devlerini bir araya getiren bir “gizli merkez” vardır. Orada yazılan senaryolar önce Hollywood filmlerinde, sonra ise gerçek dünyada sahneye konuyordur.
Bu yüzden “Hollywood filmleri bir süre sonra gerçek oluyor” cümlesi sadece bir tesadüf değil, belki de yeni dünya düzeninin en büyük sırrıdır.