2025 yazının son günlerinde Ankara ile Tel Aviv arasındaki hatlar buz kesmiş durumda. 29 Ağustos 2025’te Türkiye; İsrail bayraklı gemilere limanlarını kapatıp, Türk bayraklı gemilerin İsrail limanlarına uğramasını yasakladığını ve hava sahasına yönelik kısıtlamaları duyurdu. Bu adım, 2024 Mayıs’ında İsrail’le doğrudan ticareti “kalıcı ateşkes sağlanana kadar” durdurma kararının üzerine geldi.
Son günlerde hava sahası kısıtlamalarının kapsamı ve uygulamadaki nüansları tartışılsa da tablo net: Diplomasi, ticaret ve ulaşım düğümleri birer birer sıkılıyor.
Peki bu gerilim “sıcak” bir çatışma eşiğine gelebilir mi? İsrail Türkiye’ye doğrudan saldırır mı? Cevap, çıplak gerçeklikte “çok düşük ihtimal” gibi görünür: Türkiye NATO üyesidir, geniş bir konvansiyonel kapasiteye ve bölgesel derinliğe sahiptir. Fakat komplo teorileri tam da bu tür çıplak gerçekliklerin arkasındaki gölgeleri kovalar. Gelin, Doğu Akdeniz enerji denklemi, bölgesel savaşın dalgaları ve istihbarat savaşları ışığında “karanlık olasılıkları” kurgulayalım.
Enerji Damarları ve Boru Hatlarının Sessiz Savaşları
Doğu Akdeniz gazı, son on yılda ittifak haritalarını bile yeniden çizen bir “jeopolitik yakıt” oldu. İsrail gazını Avrupa’ya taşımayı hedefleyen EastMed gibi projeler yıllarca tartışıldı; maliyet, derinlik ve siyasetin çakışmasıyla kademe kademe rafa kalktığı yazıldı. Türkiye ise kendini “enerji geçişi ve düğüm noktası” olarak konumlandırma peşinde. Bu sahada her ülkenin borusu, bir diğerinin kırılganlığıdır.
Komplo kurgusu şunu fısıldar: “Birileri” Doğu Akdeniz’deki hatları haritalar üzerinde değil, sonar ekranlarında yeniden çizecek. Kablo ve boru sabotajları, insansız deniz araçlarıyla “inkâr edilebilir” mikro eylemler, LNG lojistiğini yavaşlatan gri bölge hamleleri… Suçlanacak taraf hep bir sis perdesinin ardında kalacak. Teorimizin ilk perdesi burada açılır: Türkiye’nin limanlarını İsrail’e kapatması ve hava/deniz erişimini kısıtlaması, Doğu Akdeniz’deki enerji trafiğini yeni rotalara zorladıkça, “görünmez ellerin” maliyet ve riskleri arttıran küçük iğneleri devreye girebilir. Resmi savaş yok; ama ekonomik damarlar bir bir morarıyor.
“Doğrudan” Değil, “Dolaylı” Çatışma: Vekiller, Sınır Ötesi Gölge Oyunları
İsrail’in son iki yılda karşı karşıya kaldığı çok cepheli tehdit dalgasında (Gaza, kuzey cephesi, İran-İsrail misillemeleri), kaynaklar ince ipe dizilmiş durumda. Böyle bir tabloda İsrail’in Ankara’yla açık bir çatışmaya girmesi rasyonel değil. Ancak komplo anlatısı rasyonelin karanlık izdüşümüne bakar: Doğrudan değil, dolaylı.
Senaryo şu: Suriye-Irak üçgeninde, Türkiye’nin hassas koridorlarında ansızın artan “kimliği belirsiz” elektronik karıştırmalar, sınır karakollarına yönelik dronesavar testleri, lojistik hatlarda tuhaf kazalar… Faili meçhul ama “mesajı açık” olaylar. Ankara, arkasında kimin olduğunu asla kanıtlayamaz; Tel Aviv ise asla üstlenmez. Anonim teknoloji tarlasında, her sinyal bir olası iz; her iz, bir olası aldatma.
Siber Cephe: Bir Gece Ansızın Sistemler Susarsa
2024–2025 döneminde dünya çapında kritik altyapıların siber saldırılara ne kadar açık olduğu defalarca görüldü. Komplo kurgu şunu sorar: “Eğer savaş tetiği çekilmeyecekse, ışıklar kapatılabilir mi?” Türkiye’nin liman sistemleri, hava trafik optimizasyonu, enerji dağıtımı, hat dengeleme yazılımları—hepsi birer hedef paketi. Bir gecelik bir kesinti bile milyonlarca dolarlık zincirleme gecikmeye yol açar. İmza bırakmayan, tedarik zincirine gömülü zararlı bileşenlerle saatli bomba gibi davranan siber “tohumlar”… Ve elbette her devlet, “ben değilim” diyebilir. Açık bir saldırı yerine inkâr edilebilir siber gölgeleme, siyasi maliyeti en düşük ve denemesi en ucuz yöntemdir.
Hava Sahası Kartı: “Açık mı, Kapalı mı?”—Gerilimi Kalibre Etme Sanatı
Son günlerde Ankara’nın hava sahası kısıtlamalarıyla ilgili duyurular, uygulamayla ilgili muğlaklık tartışmaları ve politik mesajlar eş zamanlı seyretti. Bu, komplo anlatısında önemli bir “gerilim kalibrasyonu” aracıdır. Çünkü hava sahası; savaş ilan etmeden savaş sinyali verebileceğiniz bir alan. Bir gün “tam kapalı” dersiniz, ertesi gün “insani uçuşlara açık”, ertesi gün “askerî ve kargoya sınırlı”… Her değişiklik, karşı tarafa test sinyali gönderir; müttefiklerin nabzını yoklar. Komplo kurgusu, bu zikzakların sadece iç politik söylem değil, aynı zamanda dışarıya verilen “ölçü-al” sinyalleri olduğunu varsayar. Ve bu sinyallerin karşılığında, Doğu Akdeniz’de radar perdelerinde beliren isimsiz tankerler, transponder’ı susan uçaklar, rota kaydıran kargolar çıkar karşımıza.
Hukuk ve Diplomasi Cephesinin Silahları
Türkiye, 2024’te ticareti keserken gerekçe olarak Gazze’deki insani trajediyi ve kalıcı ateşkes ihtiyacını vurguladı; 2025’te deniz ve hava kısıtlamaları bu çizgiyi sertleştirdi. İsrail kaynaklı yorumlar ise ekonomik etkilerin yönetilebilir olduğu, siyasi söylemin pratikte “ayarlanacağı” yönünde. Komplo penceresinden bakınca; hukuk ve yaptırım dilinin, fiilî çatışmayı ikame eden “soğuk silahlar” olduğu görülür. Limanların kapanması, hava sahasının kısılması, menşe beyanlarının mikroskobik denetimi… Bunlar hedef ülkenin maliyetini artıran ve ittifaklar içinde “bıktırma” stratejisine hizmet eden hamlelerdir. Karşı hamle mi? Diplomatik tecrit girişimleri, karşı lobi aktivasyonu, üçüncü ülkeler üzerinden rotalama ve kamuoyunu yönlendiren bilgi operasyonları.
“Kırmızı Çizgi” Ne Olur?
İsrail’in Türkiye’ye doğrudan saldırması, NATO’nun 5. maddesi, ABD-Türkiye ilişkileri ve bölgesel denge nedeniyle rasyonel görünmez. Fakat komplo teorisi; “kırmızı çizgi”yi açık çatışma değil, “ısrarla sürdürülen görünmez baskı” olarak tarif eder. Yani kırmızı çizgi, askeri değil, ekonomik ve psikolojik olabilir:
Enerji arterlerinde art arda “kaza” silsileleri (boru hattı mikro sızıntıları, şamandıraya çarpan araçlar, “fırtına” bahanesiyle kopan kablolar).
Siber baskı (liman yönetim yazılımlarında eş zamanlı arıza, havalimanlarında bagaj operasyonlarının çökmesi).
Doğu Akdeniz’de bayrak ve münhasır ekonomik bölge (MEB) gerilimleri (harita oyunları, navtex satrançları, araştırma gemilerine taciz iddiaları).
Bilgi savaşı (dezenformasyon kampanyalarıyla finansal piyasalarda panik dalgası üretmek).
Bu tablo, “saldırı” kavramını tank ve uçaklardan alıp “algı ve altyapı”ya devreder. Ve bir sabah uyandığımızda kimse savaş ilan etmemiştir; ama kimse de rahat değildir.
Doğu Akdeniz’in “Büyük Tablosu”: Herkes Herkese Mecbur
Komplo teorisinin kilit önermesi şudur: Doğu Akdeniz, kimsenin tek başına kilitleyip açamayacağı bir kapıdır. Enerji projeleri pahalı ve kırılgan; denizaltı topografyası sert; yatırım iştahı ise siyasi istikrara bağımlıdır. Batı başkentleri bir yandan İsrail’le enerji ve güvenlik bağlarını sürdürürken, diğer yandan Türkiye’siz bir lojistik ve enerji mimarisinin sürdürülemez olduğunu bilir. Bu yüzden “tam kopuş” yerine “yönetilen kavga” tercih edilir. “Yönetilen kavga”, arada ritmik krizler demektir: bir gün limanlar kapanır, ertesi gün “insani koridor” açılır; bir gün hava sahası daralır, ertesi gün “istisna”lar belirir. Bu ritmi son haftalarda yoğun biçimde gördük.
“Peki, Askerî Saldırı Sıfır mı?”
Rasyonel dünyada sıfıra yakın; komplo dünyasında asla sıfır değil. Bir “sıcak temas”ın en olası vektörü, yanlış hesap/yanlış okuma olabilir. Doğu Akdeniz’de tanımlanamayan bir hava aracı, tartışmalı bir su üstünlüğü, radar ekranında birkaç dakikalık panik… 2015’te Türkiye-Suriye hava sahası polemiğinde olduğu gibi (farklı bağlam ama benzer risk dinamiği), anlık kararlar büyük krizleri tetikleyebilir. Komplo gözlüğü, bu anları “tasarlanmış yanlış anlaşılma” olarak okur: Bir taraf, diğerinin sinir uçlarına iğne batırır, tepkide milisaniyelik gecikme yaratır ve zincir başlar. İşte bu yüzden taraflar “inkâr edilebilir” teknik yöntemleri seçer: iz bırakmayan, ama uykusuz bırakan.
Kamuoyu Savaşı: Sloganların Gölgesinde
Bu denklemde asıl hedef kitle bazen karşı taraf değil, müttefikler ve pazarlardır. Bir ülkeyi askeri olarak yenmekten daha etkilisi, onu yatırımcı gözünde “riskli” kılmaktır. Liman yasakları, hava sahası zikzakları ve sert retorik; bir yandan içerideki seçmen hararetini tutarken, diğer yandan dışarıda “bekle-gör” modunu uzatır. Karşı tarafta ise “bu fırtına diner” beklentisiyle alternatif hatlar örülür, yeni liman anlaşmaları test edilir. Son günlerde İsrail basınındaki “etki sınırlı olabilir” yorumları, tam da bu psikolojiyi yansıtır: ticaret ve erişim kısıtlarının maliyeti olur; ama “adaptasyon” anlatısı paniği frenlemeye yarar.
Son Perde: “Saldırı”yı Yeniden Tanımlamak
Soruya dönelim: İsrail Türkiye’ye saldırabilir mi?
Komplo anlatısı, 2025’in lügatinde “saldırı”yı şu şekilde çevirir: “Bir ülkenin sinir sistemine, geceleri hafifçe bastırarak baskı uygulamak.” Bu; boru hattında bir sızıntı, liman yazılımında bir güncelleme “hatası”, hava sahasında kare kare ilerleyen tuhaf bir rota, diplomaside bir koltuk boşluğu, pazarda yayılan bir söylenti olabilir. Hepsi bir araya geldiğinde, tankların yapamadığını yapar: zihinleri yorar, kasları kramplaştırır, karar vericiyi yalnızlaştırır.
Açık, bayraklı bir saldırı mı? NATO dengeleri, ABD-AB hesapları, İran cephesi, kuzeydeki gerilim ve iç maliyetler varken; hayır, rasyonel ihtimal düşüktür. Fakat gri bölge yöntemleri—siber, ekonomik, bilgi ve vekil sahalar—komplo evreninde “düşük maliyetli, yüksek psikolojik getirili” araçlardır. 2024–2025 çizgisindeki kararlar (ticareti durdurma, liman ve hava sahası kısıtları) bu gri oyunun parametrelerini keskinleştirdikçe, perde arkasındaki görünmez hamlelerin cazibesi artar.
Epilog: Bu Bir Uyarı Mı, Ayna Mı?
Bu metin bir “iddia” değil, kurgusal bir düşünce deneyidir. Ama komplo teorileri bazen bir toplumun kolektif reflekslerini ölçen aynalara dönüşür. Doğu Akdeniz’de önümüzdeki aylarda kablo-kargo-hava sahası üçgeninde yaşanacak küçük anormallikler, belki de bu anlatının satır aralarına birer işaret koyacak. Ya da belki hiçbir şey olmayacak ve aktörler, “yönetilen kavga”nın dozunu sabit tutacak. Hangisi olursa olsun, asıl savaşın tanklardan çok tablolar, radarlar ve bilanço satırlarında yaşandığını unutmamak gerekir.